Montreal'e Uçtum!

Blogda yazı yazma zincirini kıralı bir ayı geçmiş bile. Son bir ay içinde neler neler oldu bitti şimdi yazmaya kalksam ne kadar sürer acaba? Nisan ayı hayatımın en güzel bir ayıydı. Bana getirdiği bir sürü güzel anı, yeni bir yaş ve yeni başlangıçlar ile asla unutamayacağım kadar güzeldi. Yılın ilk yarısı bitmek üzereyken hala bana yenilik getiren şeyler oluyor etrafımda. İyi veya kötü diyemem bazıları için. Bana düşen tüm bunlara ayak uydurmak sadece.
Daha detaylı yazıcam bu paragrafı, merak etmeyin. Blogda günlük tadında yazmak ve hayatımda olup bitenlerden bahsetmek de özlediklerim arasında.

Ama önce sizi uçurmak istediğim bir yer var.

Yaklaşık 10 saat uçsak, sonra 7 saatlik bir saat farkına girip Jetlag olsak ve tüm bunları Kuzey Amerika'da bulunan Avrupai bir şehirde doyasıya gezerek sonlandırsak nasıl olur? Öyleyse Montreal'e hoşgeldiniz. Burası Kanada'nın Paris'i! Kanada'da resmi dilin ingilizce olmasına rağmen, Montreal dünyada Paris'ten sonra fransızcanın en çok konuşulduğu ikinci şehir olarak geçiyor. Hal böyle olunca bir mekana girdiğinizde iki dilde selamlanıyorsunuz ve şehri gezerken her iki kültürün de yansımalarını görüyorsunuz.
Hem modern, hem tarihi binaları ile burası hem Amerika hem Avrupa. Her caddede, her sokakta nerede olduğumuzu şaşırmamın tek sebebi jetlag değil yani.



Montreal'de gezilmesi gereken yerleri şöyle bir araştırdığınızda karşınıza çıkan ilk yer Notre Dame Bazilikası oluyor. Ki bu da yine kendinizi Paris'de hissetmenize neden olacak bir yer.
Notre Dame Basilica



Işıkları, renkleri ve sahip olduğu boydan boya derinliği ile neo-gotik mimarinin izlemesi en keyifli yerlerinden birinde olduğumu gördüm. Biraz fotoğrafladıktan sonra da tam olarak öyle yaptım. Turistlerin arasına karıştım, oturdum ve bu manzarayı izledim.

Bazilika'nın bulunduğu Street West bölgesini gezdikten sonra size önerim, modern caddeleri arşınlayarak Old Montreal bölgesine gitmeniz.




Old Montreal

Yerel saat ile biyolojik saatimin tutmaması sebebiyle ben tüm bu geziyi sabah 6 buçukta kalkarak yaptım. Haliyle Old Montreal'i boydan boya ikiden fazla arşınlayacak kadar zamanım vardı. Her sokağına girdim çıktım. Ve gördüm ki, çok kısa bir süre sonra haritaya bile ihtiyacım kalmamış. Herhangi bir haritaya, uygulamaya veya birine yer sormaya ihtiyaç duymadan gezebileceğiniz şehir sayısı çok azdır. Karmaşadan uzak hareketliliği ile Montreal bu şansı size veren bir şehir. O yüzden yürüyerek gezmenin tadını çıkarın.

Yine Old Montreal'de bulunan, Saint Paul Street sahip olduğu birbirinden zevkli kafe ve restoranları, keyifli kalabalığı ile favori caddem oldu. O kadar favorim oldu ki, gündüz ayrı gece ayrı uğradım aynı caddeye.
Önünden geçtiğimiz her kafe için, ''yaaa şöyle bi yerim olsa daha başka ne isterdim'' deyip durduk. 


Herkesin tavsiye ettiği, muhakkak uğranılması gereken bir kafe-restoran olan ''Olive + Gourmando'' da yine St. Paul caddesinde. Tıka basa dolu olduğu için ilk uğramamda, sadece kapısındaki yansımamın fotoğrafını çekebildim. Akşam yemeği için uğrarız artık dedim ama akşam geldiğimde beni bekleyen bir sürpriz vardı. Bu tatlış mekan akşam 5'e kadar açıkmış. Yolunuz düşerse ve burayı görürseniz açlığınızı ertelemeyiniz, bunu da bir yere not ediniz.

Hazır mekanlardan laf lafı açmışken diğer olmazsa olmazdan da bahsedeyim.

3 Brasseurs
Birden fazla şubesi bulunan ''3 Brasseurs'' ev yapımı biraları ve lezzetli menuleri ile meşhur. Ama burayı özel kılan  asıl şey, 100 yıllık bir geçmişi olması. Evet, saygıyla selamladığınızı görür gibiyim. Benim favori 3 Brasseurs'um St. Catherine Street'de bulunan ve bence akşam için kendinizi buraya saklamalısınız. Son akşam, yemek yemek için buraya geldiğimizde içerideki ekranlarda buz hokeyi maçı vardı ve tüm kalabalık gürültülü bir şekilde maçı izliyordu. Tüm bunlar olup biterken bir ara  tüm çalışanlar hep bir ağızdan gür bir sesle ne olduğunu anlayamadığım bir marşı söyleyerek barda oturan bir gruba biralarını sundular. Sonradan garsona sorup öğrendiğime göre bu şatafatlı marş, tamamen kendi uydurdukları, menudeki en pahalı beş çeşit birayı bir kerede sipariş veren müşteriyi neşelendirmek ve gaza getirmek için yaptıkları bir şeymiş. Azıcık şımarmak isterseniz aklınızda bulunsun.






Burada mutlu ve nazik insanların fazlalığına şaşıracaksınız. Gülümseyerek yürüyen insanları görünce, ya ben ya onlar tam bilmiyorum ama, uzaydan gelmiş gibi hissediyorum. Fotoğraf çektiğinizi görünce kadrajı bozmamak için durup bekleyen, fark edip yolunu değiştiren ya da fark etmeyip geçtiyse bin takla ile özür dileyen kibar insanları bildiniz mi? Evet, ben de gördüğüm yerde onları tutup öpmek isteyenlerdenim. Montreal'de ise durum biraz daha farklı.  Gelin senaryoyu tekrar inceleyelim.
Siz yine karşıya geçmiş, arkadaşınızın fotoğrafını çekiyor olun. Aranızda da akan bir araç trafiği olsun. Haliyle fotoğrafı çekmek için araçların geçmediği bir anı kollarsınız.
İşte, Montreal'da böyle bir anı kovalamak için zahmet çekmeye son!
Sizi gören araç sürücüsü durup fotoğrafı çekmenizi bekliyor. Evet, baya baya öylece durup bekliyor.
Abartmıyorum. Bu blogda ben ne zaman abarttım? Bu olay iki kez başımıza geldi. İlkinde hayatımızın şokunu yaşayıp ''galiba az önce dünya üzerindeki en nazik insanı gördük'' demiştik ki, ikincisini de aynen böyle yaşayınca durumu Montreal'e ve Montreallilere genellemeye karar verdik.


Rue St. Catherine
China Town- Montreal
Bir de burası nasıl bir yer biliyor musunuz? Hani bazen deriz; ''ya keşke Avrupa'da yaşamak, çalışmak için ingilizce yeterli olsa, üff ne kolay olurdu herşey'' diye. Ben sıkça diyorum mesela. Montreal tam olarak bu hayale uyan bir yer. Hem Avrupai, hem de anadillerinden biri İngilizce. Ha sen diyorsan ki, bende Fransızca var o da kabulü. Bir de yaşaması keyifli bir yer bence. İkinci günün sabahında elimle koymuş gibi bir yerlere giderken, bu hisse çokça kapıldım.
Mont-Royal Parc

Girdiğimiz her mekanda çalışan insanların mutlulukla işini yaptığını gördüm. İşini yaparsın da, mutlulukla nasıl yaparsın? İşini sevmen yeter mi bunu başarabilmen için? Bence yetmez. Hayatını sevmene neden olacak sebeplere ihtiyacın var bunun için. Çünkü ancak bu şekilde, her durumla baş edebilirsin ve hatta bunun baş etmek olduğunu bile fark etmezsin. İş yaptığını da fark etmezsin. Sanki o kafe ve restoranlarda çalışanlar, iş yapmıyordu da yeni insanlarla tanışıyordu. Her biri masamızda sohbet etti. Havanın dengesizliğinden, dün akşamki bir müşterinin menudeki tatlıları beğenmeyişinden, ya da ne bileyim bu konuya nereden geldik acaba dediğim herhangi birşeyden sohbet eden insanlar. Şey gibi değil hani, kaç saat kalmış mesaimin bitmesine diye isterikli bir şekilde saate bakmak gibi değil yani onlarınki. Bilmem anlatabildim mi?



Pılı pırtıyı toplayıp taşınmalık yeni bir ülke daha anlattım size. Umarım şu an bu yazıyı kapatıp ''Kanada'da göçmenlik'', ''Kanada'da nasıl yaşarım?'' gibş yazıları okumaya başlamışsınızdır bile.

Kaçılası başka diyarlarda görüşmek üzere sevgili blog!

Sevgiler,
İlham Kedisi

Yorumlar

  1. Bol gezmeler , devamını bekliyoruz

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tesekkur ederim, devamı için ben de heyecanlıyım ve bekliyorum sıradaki gezileri :)

      Sil
  2. Old Montreal'i zaten çok fazla özlemiştim ve aklımdan anılarını geçirdiğim sırada . Bu yazı'nın yayınlandığı bildirimini aldım. Ruhlar ''kuantum dolanıklık'' vasıtası ile iletişime mi geçiyor acaba? :)

    YanıtlaSil
  3. Yan komşum Kanada vatandaşı. Yıllar önce eşiyle birlikte çantalarını toplamışlar ve evlerini kapattıkları gibi Kanada'nın yolunu tutmuşlar. İlk zamanlar bir hayli zorlandık diye anlatır arkadaşım. Sonraları hayat biraz daha kolaylaşmış, eşiyle birlikte iyi işlere girmişler ve ilk çocukları olmuş. Kanada vatandaşlığına hak kazanıp, ev alma projesine girdiklerinde şu soru gelmiş akıllarına: Tamam mı devam mı? O zaman tamam demişler ama yollarının bir gün yine Kanada'ya düşeceğini biliyoruz :) Gelecek kaygısı, çocukların okulları, üniversite falan...
    Arkadaşım Kanada'dan hep güzellikle bahseder. Sadece soğuğundan yakınır. Bitmeyen kışından, erken inen gecelerden falan. Seneye belki gideriz hep birlikte diyoruz. Keşke bu güzel ülkeler (mutlu ve nazik insanların yaşadığı) daha yakın olsalar diye düşünüyorum hep. Amma velakin haklısın. Kanada yaşamak için güzel bir seçenek. :)

    YanıtlaSil
  4. Amerika kıtasında, böyle Avrupa esintilerinin var olduğu bir şehir görmek ne hoş.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar